Gözlerimi açıp kapatmamla geçen 3 sene... Hayatımın dönüm noktası. Gökyüzü ile tanıştığım, en değerlim olduğu seneler.... Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim en yakın arkadaşımla aynı okulda olamadığımı. Size eğer gitmiş olsaydık aynı okulda 12. sınıfın ilk gününü anlatmak istiyorum. Hayalimdeki ilk günü. Yani artık hiç olmayacak okulun ilk günü.
Sabah 7'de gözlerimi heyacanla açıp yataktan koşarak kalkıyorum. İlk yaptığım şey mesajlarımı kontrol etmek. Kahvaltı, üniforma giyme derken saat 7.30 oluyor ve ben ona mesaj atıyorum: "Sakın geç gelme çok özledim." diyorum. O yine her zamanki gibi rahat rahat beni sinir ede ede geliyor okula. 8'de okulda oluyorum. İlk önce markete girip Haribo, Milka, Ülker ne bulursam alıyorum. En sevdiği şeyler bunlar benim en sevdiğimin. Marketten çıkıyorum ve karşımdan diğer arkadaşlarım geliyor. Hepsini 3 ay boyunca görmedim. Uzun uzun sarılmaların ardından ilerliyorum. Bu defa da hocalarla selamlaşıyorum. Sonra korkuyla saate bakıyorum. Eviyle okul arasındaki dakikayı her şeyden iyi hesaplamaya başladım 3 senede. Mesaj atıyorum sürekli artık gel diye. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum... Nefes almayı bile unutuyorum sanki. Kardeşim gelecek ya, ilk dostum, gökyüzüm gelecek işte. Nasıl sakin olabilirim? Tüm gece heyecandan çatladım zaten. Derken 12 dakikadan sonra geliyor. Mis koku, uykulu gözleri, sahiplenen sarılması ve öpmesi. Bunlar dünyaya bedel. Sıcacık sarılmanın ardından yürümeye başlıyoruz okula doğru. Dersler 8.30'da başlıyor. Biz okulun bahçesine girdiğimizde tüm gözler bizim üzerimizde oluyor ve saat 8.25. Yine yetiştik diye seviniyoruz. Yakın arkadaşlarımıza sarılıyoruz ve ben yine onu sıranın en önüne itiyorum. Törenin ardından 3 senedir hep ettiğim duayı ediyorum: " Allah'ım bize yardım et. Hakkımızda hayırlı olanı ver ve lütfen bizi hiç ayırma." Ben bunları söylerken hep cümlede sonumuzu söylemişim. 3 sene geçti ve bu sabah uyandığımda o başka bi yere ben başka bi yere gideceğiz. Köşede beklemek yok. Markete girip ne alsam diye düşünmek yok. Sıcacık sarılıp öpmesi yok. Koridorda sarılıp saçma sapan yürümek yok. Sınıfa yürürken bi anda tuvalete girmesi yok. O başkasının yanına gidince diğer arkadaşlarımın yanına gidip sahte gülücükler atmak, onu görene kadar gülümsemek yok. "Hadi gidelim!" deyip elimden tutup sürüklemesi yok. Montumda uyuması yok. O uyanmadan başından ayrılmak yok. O montumda yatarken omzuna yatıp kokusuyla uyumak yok. Ama hissetmek var. Dostluk böyle olumsuz şeylerde, mesafelerde daha çok güçlenirmiş. Ben onu her sabah köşede bekleyeceğim ve o gelecek. Ona nasıl hissediyorsun diye sordum ama cevabı telefonuma damlayan gözyaşlarıma sebep oldu. Sabah olumlu mutlu eden bi mesaj atacaktım ama halim kalmadı ağlamaktan. Kimse onun kadar güldüremiyor ve kimse onun kadar ağlatamıyor beni. Bulutlar gider ama GÖKYÜZÜ hep kalır. Sen hep benimle kal prenses...
Sabah 7'de gözlerimi heyacanla açıp yataktan koşarak kalkıyorum. İlk yaptığım şey mesajlarımı kontrol etmek. Kahvaltı, üniforma giyme derken saat 7.30 oluyor ve ben ona mesaj atıyorum: "Sakın geç gelme çok özledim." diyorum. O yine her zamanki gibi rahat rahat beni sinir ede ede geliyor okula. 8'de okulda oluyorum. İlk önce markete girip Haribo, Milka, Ülker ne bulursam alıyorum. En sevdiği şeyler bunlar benim en sevdiğimin. Marketten çıkıyorum ve karşımdan diğer arkadaşlarım geliyor. Hepsini 3 ay boyunca görmedim. Uzun uzun sarılmaların ardından ilerliyorum. Bu defa da hocalarla selamlaşıyorum. Sonra korkuyla saate bakıyorum. Eviyle okul arasındaki dakikayı her şeyden iyi hesaplamaya başladım 3 senede. Mesaj atıyorum sürekli artık gel diye. Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum... Nefes almayı bile unutuyorum sanki. Kardeşim gelecek ya, ilk dostum, gökyüzüm gelecek işte. Nasıl sakin olabilirim? Tüm gece heyecandan çatladım zaten. Derken 12 dakikadan sonra geliyor. Mis koku, uykulu gözleri, sahiplenen sarılması ve öpmesi. Bunlar dünyaya bedel. Sıcacık sarılmanın ardından yürümeye başlıyoruz okula doğru. Dersler 8.30'da başlıyor. Biz okulun bahçesine girdiğimizde tüm gözler bizim üzerimizde oluyor ve saat 8.25. Yine yetiştik diye seviniyoruz. Yakın arkadaşlarımıza sarılıyoruz ve ben yine onu sıranın en önüne itiyorum. Törenin ardından 3 senedir hep ettiğim duayı ediyorum: " Allah'ım bize yardım et. Hakkımızda hayırlı olanı ver ve lütfen bizi hiç ayırma." Ben bunları söylerken hep cümlede sonumuzu söylemişim. 3 sene geçti ve bu sabah uyandığımda o başka bi yere ben başka bi yere gideceğiz. Köşede beklemek yok. Markete girip ne alsam diye düşünmek yok. Sıcacık sarılıp öpmesi yok. Koridorda sarılıp saçma sapan yürümek yok. Sınıfa yürürken bi anda tuvalete girmesi yok. O başkasının yanına gidince diğer arkadaşlarımın yanına gidip sahte gülücükler atmak, onu görene kadar gülümsemek yok. "Hadi gidelim!" deyip elimden tutup sürüklemesi yok. Montumda uyuması yok. O uyanmadan başından ayrılmak yok. O montumda yatarken omzuna yatıp kokusuyla uyumak yok. Ama hissetmek var. Dostluk böyle olumsuz şeylerde, mesafelerde daha çok güçlenirmiş. Ben onu her sabah köşede bekleyeceğim ve o gelecek. Ona nasıl hissediyorsun diye sordum ama cevabı telefonuma damlayan gözyaşlarıma sebep oldu. Sabah olumlu mutlu eden bi mesaj atacaktım ama halim kalmadı ağlamaktan. Kimse onun kadar güldüremiyor ve kimse onun kadar ağlatamıyor beni. Bulutlar gider ama GÖKYÜZÜ hep kalır. Sen hep benimle kal prenses...
Yorumlar
Yorum Gönder